20 Haziran 2008 Cuma








Bir deniz kenarında batıp giden güneşe hüzünle bakıp, kuru bir gözyaşıyla seni hatırlamaktır özleminin tanımı. Her dalganın kıyıya çarpışı, herhangi bir martının rutin bir kanat çırpışı getiriyorsa aklıma seni, seni özlemişimdir. Bakıyorum da seni özlemediğim bir anı da hiç özlememişim. İnsanların yirmi dört saat yaşayıp da benim yıllarca yaşadığım günlerin hiç birinden pişmanlık duymamışım. Burnumda tütüyorsun demekten hiç bıkmamışım. Senden yirmi, otuz km'e uzak bir yerdeyim. senin bilmediğin bir bankta içime çektiğim dumanı özleminle çıkarttığımı da bilmeni istemezdim. Güneşin el sallayarak uzaklaştığı anlara denk getiriyorum sahil yürüyüsumu her zaman aynı bankta tamamlıyorum. Sensizce seni düşünmek zor değil. Bir simitçi geçer yanımdan, bir falcı oturur yanıma, küçük bir çocuk annesinin kucağında, bir çift yürek birbirinin kolunda. Seni hatırlamadığım an yok hayatımda. Senden tamamen ilgisiz bir kitabın arasında bir hayaller albümü buluyorsa bu yüreğim özlemin doruğunda olduğumu kim inkar edebilir ki...Aslında bende seni özlemenin bambaşka bir raconu var. Hasretinin gönlümde açtığı yaraların kurşun yarasından farksız olduğunu ve acısına ancak benim gibi bir şehir eşkiyasının katlanabileceğini ama benim bundan değişik bir zevk aldığımı senden başka kaç kişi anlar. Gece yürüyüşlerimin yaralarıma iyi geldiğine hangi terapisti inandırabilirim. Sessizce çırpınışım, seni özleyişim, her dinlediğim şarkıda seni bir kez daha keşfedişlerim ve gece yürüyüşlerimin zevkini hasretinle takas edişim...Ah ben seni ne çok seviyorum.Hayat denilen süreç hep bir şeylerin özlemi ile, hasreti ile geçiyor. İnsan yüreği özlemeden duramaz mı? Yoksa özlemeden durmamalı mı? Hep bir şeylerden uzak, hep birilerinin varlığından mahrum. İnsan gönlü o kadar geniş ki hep özleyecek ve özlemler son ana kadar devam edecek. Belki de hayata anlam katan bu sessiz özleyişlerdir, hayatta kalma çabamıza enerji veren bu buruk hasretliklerdir. İnsan yüreği ne kadar garip değil mi?

Hiç yorum yok: